Sayfalar

14 Mart 2012 Çarşamba


MEKTUPLA GELEN DÜNYA ÖDÜLÜ | Polis Memuru İsa ALTUN



Tesadüfler mi hayatımızı belirler yoksa hayat tesadüflerden mi ibaret ? Bunu, yaşarken anlıyor ve görüyor insan. Bir bebek dünyaya geldiğinde o aileye kaç  bin wattlık umut ve sevgi ışığı  verdiğini ancak o anne ve baba bilir. O bebeğe verilen emeklere, dökülen gözyaşlarına yabancı kalmak ne mümkün…

Bir damla göz yaşına bir ömür  feda edecek ebeveynlerin olduğunu düşünürsek, bir ailenin çocuğunu  büyütene  kadar  ne fedakarlıklar yaptığını fark etmemek için insanların bazı erdemlerden yoksun olması gerekir. Kendi canımız yanmadan başkalarının acısını anlamak, bizi insan kılan  en yüce değerin başında gelir.

Yıl 1994… Gaziantep Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şubesi’nde çalışıyorum. Belki de yaşamımı  ve hayata bakış açımı değiştirebilecek bir olay yaşayacağım, aklımın ucundan bile geçmezken, eroin bağımlısı bir gencin yaşadıkları, yaşamımda unutamayacağım bir yer kaplıyor. Eroin dehşetinin ne kadar  zararlı olduğunu, toplumun temeline konabilecek güçlü bir dinamit  unsuru taşıdığını  narkotik şubesinde çalışırken daha iyi anlamıştım. Çünkü  uyuşturucu madde bağımlılığı sadece ülkemizi değil, tüm dünyayı tehdit eden küresel  bir sorundu… Uyuşturucuyla operasyonel anlamda mücadele eden bir birimde çalışırken, eroin krizine giren gençlerin dramını ve acı sonla biten yaşamlarını gördükçe, nasıl bir sorumluluk altına girdiğimi daha iyi anlıyordum.

            Mehmet isimli gencin dramı da diğer acı sonla biten gençlerin hayat öykülerinden farklı değildi. Oysa eroine ulaşmadan önce hayat dolu, yaşama sevinciyle ailesinin kıvancı olarak görülen Mehmet, yaşamının altın çağındaydı. Şubeye sık sık gelen Mehmet, eroin illetinden kurtulmak için şubeyi kendi düşüncesinde bir çıkış yolu olarak görmekteydi. Birkaç kere tedavi olmak amacıyla AMATEM’e gitmiş fakat bu illet onu öyle bir esir almıştı ki ne yapsa ne etse kurtulamıyordu. Eroin, fiziksel anlamda onu krizlere soktuğunda, önce üşümeye, sonra terlemeye, ardından kramplar halinde acılar çekmeye dayanamıyordu artık…

İnsana ait olan her değerin içini boşaltarak, insanları kendi kâr hırslarına alet eden ve içlerini boşalttıkları değerlere kendi kokuşmuş yaşam kültürlerini dolduran karanlık ruhlu insanların kurbanıydı Mehmet... Kendisine sormuştum; “Mehmet, uyuşturucu dünyası nasıl bir dünya?” diye. Bana cevabı biraz bilgece gibi; “Abi, hayatında gözleri hiç görmemiş biri, ışığı sana anlatabilir mi?.. Ya da yaşamı boyunca hiç portakal yememiş bir insan portakalın tadını anlatabilir mi?.. Kuşkusuz ki hayır… İşte ben, bu illeti tattım ama dünyam karardı… Seni temin ederim ki bu zehri düşmanıma bile tavsiye etmem… Ben bunun ne kadar kötü bir şey var mı biliyorum… Çünkü tecrübeler ne anlatılabilir ne de yazılabilir. Sadece yaşanabilir. Ben ateşin tadını yanarak öğrendim. Ailem oldukça varlıklı. Dünyada yaşayabileceğim  her türlü zevki yaşadığımı, bu genç yaşıma çok şeyi sığdırdığımı düşünüyordum. Oysa yaşadıklarım rezaletten başka bir şey değildi. Maddi olarak her şeye sahiptim ama iç dünyam öyle değildi. Yoksuldum. Yetersizdim. Acizdim. Acınacak bir haldeydim. Sen hiç  sabahı gelmeyen dondurucu kış gecelerinde terledin mi?.. Ya da bunaltıcı Temmuz sıcağında üşüdün mü? Peki, en sevdiğin yemeği yerken için dışına çıktı mı?.. Sen, hiç kalabalıklarda kendini yalnız hissettin mi? Sen kaç defa içindeki çiçeğin yanardağa dönüştüğünü  sandın. Benim gibi  eroinman insanlar  kriz anında böyle olurlar işte...” Mehmet’e diyecek bir şeyim yoktu artık.

            Bu şubede öğrendiklerim ve gördüklerim hayatın ne kadar acımasız olduğunu göstermişti bana. Kolundaki iğne izleri yüzünden gelinlik giyemeden ölen kızlarımızın dramının, gazetelerin üçüncü sayfalarında  küçücük bir haberle  anlatıldığı  günlerde, uyuşturucunun giderek  ülkemizi ne denli tehdit ettiğini hepimiz idrak ediyoruz.

Mehmet de evli  ve  çocuk hasreti çeken bir  baba adayıydı. Yakında bebekleri olacaktı. Fakat eroin Mehmet’in yüzündeki ışığı almıştı. Onun için, varsa yoksa günlük üç veya beş gram eroin temin etmek, en azından uyuşturucu krizine girmemek en büyük dileğiydi… Mehmet, bu illete nasıl itildiğini açıkça anlatmaktan çekinmiyordu. Önce sigara, ardından alkol, hap, esrar ve sonrasında eroin… Arkadaş çevresi, gruptan dışlanmak korkusu… İkram ve birbirini takip eden zehirler dizisi. Yani  finali güzel olmayan bir hikaye gibi…

İnsan bu anlatılanlara ilk bakışta inanmak istemese de acı ama gerçek bunlar… Her seferinde bana hitaben; “İsa Abi bir şeyler yapmalı… Bu gençleri zararlı alışkanlığa iten sebeplerden korumalı… Ben düştüm, başkaları düşmesin… Ben yandım, diğer gençler yanmasın… Şimdiye kadar bu illet için milyarlar verdim zehir tacirlerine… Sırf krize girmemek için. Benim sonum ölüm. Bu ölümün nasıl olduğu artık önemli değil. Bir parça eroin için her şeyimi feda edebilirdim. Eroinsiz zamanlarımın tamamı ruhsal, bedensel krizler ve kötü acılar ile geçti. Aileme ve kendime  çok zarar verdim ve vermekteyim. Yapayalnızım ben artık. İçinde boğuştuğum bataktan beni çekip alacak birileri de yok artık. Biliyorum, benim sonum kapkaranlık ve ölüm benim çok yakınımda. Fakat benim anlayamadığım bize zehir satan insanlar. Gözlerini para hırsı bürümüş satıcılar… Bizim gibi insanları düşünmezler mi bunlar?..”

Bir gün sabah dokuz sıralarında, bir parkta, bir şahsın yerde yattığını ve ağzından köpük geldiğini bildiriyorlar şubeye… Yani eroine bağlı bir olay... Ekip olarak bölgeye intikal ediyoruz. Bakıyorum, yerde yatan şahıs Mehmet’ten başkası değil. Bir an kendimi boşlukta ve çaresiz hissediyorum. olumsuz bir psikoloji içerisinde  tüylerim diken diken olmuşken, sanki Mehmet, kendisini bekleyen sonu bilerek anlatmıştı. Ne gariptir ki; Mehmet öldükten birkaç gün sonra, bir bebekleri dünyaya gelmişti. Oysa  her insan dünyaya gelirken ailesine binlerce watt umut ışığı  aşılamıştır. Beni düşünceye sevk eden  şey, o bebeğin gözlerindeki ışığı babasının göremeyişi  idi. Asıl beni kahreden duygu bu idi. Mehmet hayatını kaybettikten sonra, bana “uyuşturucuya karşı bir şeyler yap” sözünü bir vasiyet kabul ettim.
1997 yılında, “Uyuşturucuya karşı bu mektup sizin” isimli kampanyayla uyuşturucunun zararlarını anlatan binlerce mektubu çoğaltarak, okullara, ailelere, sivil toplum kuruluşlarına  ve çeşitli vilayetlere dağıttım. Ardından, okullarda “Medyada Uyuşturucu Vahşeti” isimli karikatür ve gazete kupürlerinden oluşan eğitim amaçlı sergiler açtım.

            Mehmet’in ölümünün ardından  yaptığım faaliyetlerden  sonra, mektup ve sergi  çalışmalarımı medyadan takip eden, ülkemizde sekiz ilde temsilciliği bulunan ve merkezi Amerika  Birleşik Devletleri’nde bulunan Uluslararası Genç Girişimciler Organizasyonu “Çocuklara ve Dünya Barışına Katkı” dalında  dünya ödülü verdi. Bu ödülü  teşkilatım adına  onurla ve  şerefle aldım. Bir mektupla gelen böylesine anlamlı  bir ödülü, hayatımın en büyük ve anlamlı armağanı olarak gördüm.

              Bu çalışmalarımı sadece bir vasiyet olarak görmüştüm. Ödül almak, kitap yazmak ya da sergi açmak, aklımın ucundan bile geçmiş değilken, vicdanımın elverdiği ve öngördüğü ölçüde hareket etmek, belki de insan olmamın bir bedeli olsa gerekti. Tek dileğim başka Mehmetlerin ölmemesidir...



İsa ALTUN
Polis Memuru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder